Dünya Kadınlar Günü dünyanın diğer ülkelerinde de bizim ülkemiz gibi mi tanıtılıyor acaba… Televizyon haberciliğinin bu günü kadına şiddeti protesto eden görüntülerle vermesi bu güne yüklenen anlama ne kadar uygun düşmektedir.

         Dünya Kadınlar Günü demek kadına şiddetin protesto edildiği gün mü demektir. 8 mart’ı hep böyle mi anacağız, hatırlayacağız…

         Kadınlarımıza ait bu müstesna günü onların içlerinden yetişmiş, toplumuna faydalı şahsiyetleri tanıtarak yapamaz mıyız.

         Biz öyle yapmak istiyoruz. İşte onlardan biri… Derin kültürü, tarihi, sosyal konularda ilmi ve bilgisi ile ve de güzel Türkçesi ile yazmış olduğu otuzu aşkın eseri olan gelecek nesillere ışık tutan, son asrın en büyük edebiyatçılarından Samiha Ayverdi…

         Ömrünü milletini uyandırmak ve doğruyu göstermek yolunda harcayan yazarın ‘ Yeryüzünde Birkaç Adım’ adlı eserinde bir seyahat sırasında uçakta yurt dışında işçi olarak çalışan bir hanımla yapmış olduğu sohbette sosyal bir yaraya parmak basan engin düşüncelerini paylaşmak istiyoruz.

         Yazarımız anlatıyor:

         ‘ Zürich hava meydanına gelmiştik. Uçağın hareket saatini beklemek üzere ilerdeki koltuklara doğru giderken, hanımın birinin, bize kendi yanındaki kanepeyi işaret etmiş olduğunun farkına varıp o tarafa yöneldik. Oturur oturmaz da davet eden hanım, Türkçe olarak hatır sordu ve bir vatandaşına tesadüf etmenin rahatlığı içinde konuşmaya başladı.

         Nereden gelip nereye gittiğimizi sordu. Biz de kendisine mukabil suallerimizi sıralar olunca, bir yaraya dokunduğumuzu anlamış olduk.

         Ailece çok uzun senelerdir İsviçre’de çalışıyorlarmış. Üç çocukları varmış. İkisi İsviçreli ile evliymiş. Ümitleri, henüz on üç yaşındaki oğullarında imiş. Bütün arzuları, hiç değilse, onun bir Türk’le evlenmesi imiş.

         Memleketten ayrılıp buralara gelmiş olmalarının sebebine temas ettiğimizde: kabahat anamızda, babamızda… Bizi onlar getirdiler, dedi.

         Anlaşılıyor ki bunları getirenler, sonra bunlar, daha sonra, bunların evlatları ve şimdi de, evlatlarından gelmiş yada gelecek çocuklarla vatandan kopmuş dört nesil…

         Peki, dedim. Neden kendi yurdunuza dönmüyorsunuz? Cevabı: ‘Düzelsin de gelelim!’ demek oldu.

         Pek çoklarının beklediği bu: Refaha ermiş bir Türkiye. Can ve mal emniyeti olan huzurlu bir vatan. Amma, hiçbiri de, bu istedikleri şartların gerçekleşmesi yolunda kendilerine düşen bir pay bulunduğunu hesaba katmamaktalar. Evet, canlarını dışarı atmış vatandaşlar, memleketi kül eden yangına bir kova su olsun getirip ateşi söndürmeyi düşünmüyor. Pek çoğu topraklarını güllük gülistanlık etmek hususunda gayret sarfetmeye mecbur olduklarını bilmiyorlar. Zira el birliği ile düzeltmenin bir vatan borcu olduğunu düşünmek şuuruna yabancılar. İsrail çöllerini, dişi ile tırnağı ile kazıyıp mamur eden Yahudi’nin milli ve dini gayreti, ne yazık ki Türk evlatlarında sıfıra inmiş.

         ‘ Düzelsin de gelelim…’ tekerlemesi, şuursuzca ezberledikleri bir temenni…

         Muhacir kuşlar bile, zamanında yerlerine yurtlarına dönmesini bilirler. Amma vatan semalarından uçup giden bu insan kafileleri için geri dönüş ümidine kapılmak safdillik değil de nedir.

         Hem dönseler de beraberinde getirdikleri çocukların manevi katili olan bu analar, babalar vatanına yabancı olmuş evlatlarını nasıl dirilte bilirler.

         Ekmek kapısı olan yabancı efendilerinin dilleri, görgüleri, inançları, adetleri, zevkleri ve eğlenceleri ile haşır neşir olan bu gurbetzedeleri, ne çare ki artık kimse diriltemez.

         Analara babalara evlat katili gözüyle bakmaklığım doğru mu? Bu sözü söylemekle hata ettim. Zira o ana babaların da katilleri var. Kimler mi? Milli benlik, mili gurur, milli irade, milli iman çizgisinin gafili olan idareciler. Basiretsiz devlet adamları…

         Onların sakat, ters, acemi ve bozuk düzen siyasi rotaları değil midir ki, Türk evladını uşak yapmış, yad ellerde nafaka aramaya mecbur eylemiştir.

         Diline, dinine, tarihine ve sanatına sırt çevirmiş batı büyüsünün idraksız hayranı olan acemi politikacıların karaya oturttukları devlet gemisinden canlarını dışarıya atmaya zorlanmış, bütün bu kadın ve erkeklerin katili, hep o milli imanı sulanmış sahte aydınlar değil de ya kimlerdir.

         Ve yazarımız yaptığımız hataları sıralamaya devam ediyor:

         Asırlardır, genç kafaları gayrı milli ve ithal malı bir kültürle kendi kendinden uzaklaştırmış bulunuyoruz. Bu yüzden de Türk genci, yabancı çevrelerin içine girer girmez, ezilerek, onların kültürleri tarafından asimile edilerek yok olup gidiyorlar.

         Düşünmeli ki, Türk topraklarında doğup büyümüş gene burada iş ve dost muhiti kurmuş ekalliyetten bir Rum, bir Ermeni, bir Yahudi ve hatta Suryani Türkleşmiyor da, biz, daha adımımızı dışarıya atar atmaz, eriyip gidiyoruz.’

         Ne hazindir ki asırlardır süren genç kafaları gayrı milli ithal malı bir kültürle uzaklaştırma faaliyetimiz devam ediyor. ‘ Bize geçmişinden haberli, geleceği için planlı ve ihlaslı ilim ve irfan orduları lazım’ diyen Samiha Ayverdi’yi irfan ordusu dediğimiz üniversiteli gençlerimizden kaç kişi tanıyor. Hiçbir eserini okuyan var mı?...

         Dışarıya gidenleri bir tarafa koyalım bu topraklarda doğup büyümüş bu ülkenin üniversitelerinde okuyan bir bölüm gençlerimiz kilometrelerce yol kat ederek geyik muhabbetlerinin yapıldığı televizyon şovlarına katılmaya erinmezken adım yakınlığındaki kütüphaneye uğrayıp mazinin değerli simalarını öğrenmeye iltifat etmiyorlar…

         Bir kadın düşünürümüzün fikir bahçesinden derlediğimiz düşünce çiçekleriyle, kadınlarımızın 8 mart dünya kadınlar gününü kutluyoruz. Bu günü şiddet günü olarak değil kadınlarımızın başarılarının mutluluğunu duydukları bir gün olarak anmak ve hatırlamak istiyoruz…       

 

16.03.2012