Değerli dostlar; Bir edebiyat heveskarı olarak 1992’den bu yana karınca kararınca zaman zaman bir şeyler karalamaya çalıştık. Okumuş olduğum kitaplardan, dergi ve gazete yayınlarından kendimce beğendiğim düşünce, anekdot, anılar, özlü söz ve şiir olmak üzere bir kenara not alıp kara kaplı defterimde biriktirdiğim yazılardan bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hoca Ali Rıza Bey’in tavsiyesine uyarak ‘hoşunuza giden her şeyi kaydedin. Memleketinizin değerlerini tespit edin. Terakki ettikçe hevesiniz çoğalır. Şevk u muhabbet, say’i artırır. Aşk olmayınca meşk de olmaz’ düşüncesine bağlı kalarak topluma insanımıza nizamat ve mesaj veren bu yazıların paylaşılarak ibret alınıp, hisse kapılmasını arzuladım. Hafıza-i Beşerde nisyan ile malul yani insan hafızasının unutma gibi bir hastalığı var. İstedim ki güzellikler bir kenarda kalmasın unutulmasın paylaşıldıkça çoğalsın…

Mesela sazı eline alıp hiç bırakmayanlar için;

‘Bilinir ki insan ikrarından, hayvan yularından yakalanır. Onun için az söylemeli, öz söylemeli, kararında söz söylemeli. söz deyip de geçmemeli. Üstelik sözü eğri büğrü söylemeye gelmez. İnsanı sigaya çekecek bir Molla Kasım’ın gelmesi ihtimali de her zaman mevcuttur.

Dinleyen daima söyleyenden fazla usanır. Konuştuğunda muhatabına usanç verecek kadar sözü uzatma. Hem şurasını da iyi bil ki kalbin bir kap gibidir, onun içine koyacağın şeyleri düşün de koy. İnsanların hayırlısı az söyleyip maksadını gizlemeyen, çok söyleyip muhatabını usandırmayandır.’

Bakkala girdi. veresiye defterinde borcu olanların tüm borçlarını ödedi gitti. İsimsiz hayırsever haberlerini yüreğimiz burkularak izliyoruz.

‘Eski insanın iyilik yapmak ve hayır işlemekten bulduğu lezzet, zamanımız insanının meçhulü. Zira, bugün ki egosantrik (Bencil) terbiyede esas olan ‘sen’ değil ‘ben’dir.

Bir Müslüman sufi şöyle demişti:’Şeytanla karşılaştım. bana dedi ki: ’Ben’ dersen,sende bana benzersin!…’

Alemde seni tasvir edecek bir fenalık bulamadım.

Zira, bütün fenalıklar senin yanında iyilik gibi kaldı.

Ömer Ferid Kam

Ömer Ferit Kam’ın kıta,beyit ve mısraları birer ‘sehl-i mümteni’gibidir.yukarıda yazılan beyitteki ifadeyi bu kadar veciz bir şekilde istif etmek her şairin harcı değildir. Sözü edilen her kimse, kişiliğini anlatmak için on sayfa yazı yazılsa bu kadar güzel anlatılamaz.

Zamanımızda bu dizelerin yakışacağı   insan türü o kadar çoğaldı ki Ziya Paşa;

Dehri (dünyayı) arasan binde bir adem bulamazsın

Adem görünen harları (eşek) adem mi sanırsın

satırlarını boşa yazmamış…

Adalet Hanımı biliyorsunuz adliyelerin şimdi onlara da saray mı diyorlar, önünde gözleri bağlı, bir elinde TERAZİ, ötekinde KILIÇ tutan güzelce bir hanımefendidir. Gözleri bağlı ki görmesin, ola ki bir tanıdık çıkar; TERAZİ var ki, adaletsiz davranmasın; KILIÇ var ki, korkmadan hüküm versin, kesip atsın.

Mektebi olan ama mektepte okutulmayan bir hassanın eksikliğinden bahsediyoruz. Hakim’in hukuk allamesi olması yeterli mi? Mecelle’nin o meşhur hakim tarifini hatırlayalım: Hakim, fahim, müstakim, emin, mekin, metin olmalıdır (Madde 1792) Eğer fıtratında yoksa fakültede, stajda öğrenilecek şeyler midir bunlar’

‘Hak hukuk adalet’ sloganlaşmış ise yargıdan bir şikayet var demektir.

Ahmet Cevdet Paşa’nın ‘Devlet Düzeni’ için yıllar önce söyledikleri tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş…

‘Devlet makamları mukaddestir.Onları layık olanlara sadece layık olanlara vermek lazımdır. Emanetleri ehline tevdi ediniz emr-i şerifine uyulmazsa, şiraze-i devlet (Devlet düzeni) sökülür, devlet düzeninde perişanlık ve türlü fenalıklar ortaya çıkar. Umur-u siyasiyede ademe iş aramaktan vazgeçip de, işe adem aramak kuralı geçerli olmadır.

Üç günlük iktidar için ömür boyu ihtiras kazanında kaynatılmak ve sonra Allah’ımızın barış ve dostluk içinde yaşamamız için emanet ettiği dünyayı sen-ben kavgalarının acıları içinde boğmak…

Kime kalmış bu dünya ki,hala ders almamak önümüzdeki süreçte de nice facialara tanık olacağız. Gördükçe şaşmayınız. Eflatun haklıdır. DEVLET-SERVET ve ŞEHVET hastalıkları hariç bir gün bütün dertlerin devası bulunacaktır.’

Uluköy’ün eski muhtarı Hüseyin Aslan’ın anlattığı yaşanmış bir hikaye ile yazımıza son verelim:

‘Yaşlı Uluköylü Şükrü Dayı Orta Camiide müezzinle birlikte toprak zemini her gün Allah rızası için temizliyor. O zamanlar camilerimizin zemini bugünkü gibi renk renk halılarla döşeli değildi. Toprak zemin ve kilimler vardı. Camiye gelenlerin bıraktığı tozları temizleyip bir torbada biriktiriyor. Evine götürüp bir çuvalda biriktirdiği  zemin tozlarını ölümünden sonra mezarına konan kerpiçlere katılmasını vasiyet ediyor. Eski zamanın mütedeyyin ihlaslı insanlarının mabete duydukları kutsiyetin ölçüsünü anladığımız bu insanlar günümüzde de var mıdır acaba?…

Güzel sesler ve sözlerde buluşmak dileğiyle…