Bu kadar iş stresi, günlük sorunlar ve üstüne üstelik bunlardan nasıl kurtulabileceğini bilmeyen birisiysen.

Vee, Cevapsız bir tomar sorular varsa kafanda.

O zaman, küçük bir dünya kur kendine.

Nasıl olur?

Şöyle;

Bir günlüğüne yaşadığın şehirden uzaklaş ve doğanın bize verdiği güce odaklan.

Önce gözünle görebildiğin şeylere sevgiyle bak. Güneşi ve sıcaklığını hisset.

Vee

Etraftaki Begonvillerin renklerine doyasıya bak. Her köşede açan binbir renk çiçeklerin renklerine ve ahengine odaklan. Onların renklerini daha yakından görmek için dibine kadar git ve tek tek koklamaya çalış. Daha sonra doyasıya içine çek o kokuyu. Bir dizi mutluluk içine dolduğunu fark edeceksin.

Gözlerin açıkken şimdi etrafına iyice bak. Nerede ne var ezberlemeye çalış. Hangi köşede ne var yaz aklına.

Daha sonra gözlerini kapat ve yavaş yavaş yürü, sakın gözlerini açma.

Yağmur mevsiminin ilk sağanağından sonra çamların yaydığı kokuyu anımsa. Sonra alışık olduğun dünyanın seslerini düşün. Gümlemeler, bamlamalar, ciyaklamalar, vıyaklamalar, tıslamalar, yüksek sesle bağırmalar, höpürdeyerek içilen rahatsız edici bir kahve sesini. Bangır bangır yüksek sesle aracın teybini açmış etrafı rahatsız eden dengesizleri, korna seslerini, kırmızı ışıkta beklerken, yeşil yandığında zart diye aniden kornaya basan aceleci trafik hastalarını. Savaşların sesini, ölen çocukların haykırışlarını Anne deyişini…
Ne kadar rahatsız edici değil mi?

Alışageldiğimiz bangırdamalar, korna sesleri!
Ne kadar direnebilirsin bu kirli dünyaya?

O zaman birazda farklı bir ses aramaya başla şimdi.

Sokağın öteki ucunda bir evdeki ateşin harlayarak yandığını, biri sarımsak ve zencefil kıyıyor, kuşkonmaz ve domates doğruyor, kaynar suya pirinç döküyor…
Yanından geçen bir atın nefes verişini, bir adamın çiğnediği gündöndü çekirdeklerini, bir arının vızıldayarak etrafından geçişini, yakınından geçen insanların kalp seslerini duymaya çalış. Bir bebeğin annesinin memesini şapırdatarak emmeye çalıştığını. Rüzgarın ağaçların dallarını nasıl salladığını, sarı orkidelerin arasında vızıldayarak uçuşan arıların seslerini duymaya çalış.
Hatta Tahta kiremitler, toz toprak, çiçeklerle bezenmiş bahçeleri etrafından neler olabileceğini gözlerini açmadan duymaya ve görmeye çalış.

Hatta,

Birazda uğradığın ihanetleri, hakkında yapılan dedikoduları, gıybetleri, çekiştirmeleri, nice hayatların karardığı kulaktan kulağa geçerken araya iftiraların karışabildiği kötü ama birçok insanın da maalesef yapmaktan vazgeçemediği olumsuz davranışları. Sana olan güvensizlikleri, çirkin iftiraları…

Şimdi,

Gözlerini aç.
Alarm çalmaya başladı mı bazı şeyler için. Eğer çalmaya başladı ise doğru yerdesin.

İşte içine düştüğümüz bazı duygular artık bizi kör etmiş. Artık ne duyar, ne de görür olmuşuz kendi sesimize sağır olmuşuz değil mi? Sıradan haline gelmiş bütün davranışlar.

Aslında bu sesler yeni bir dilin kelime dağarcığıdır…

Melodinin bin bir sesi var değil mi? Şimdi sen ne yapmalısın?
Bundan sonra en güzelini, en yumuşak tonlusunu, en kadifemsi olanını duymaya çalış artık. Beynimizi kemiren seslere, gıcırdama ve fokurdamalara sağır olmamız gerektiğini sanırım anlamışsındır.

Aslında olan biteni sana şimdi söylemek istiyorum.
Ağını ören kocaman bir örümcek vardı sadece, başka bir şey yoktu.
Şimdi sana doğru sesi duymayı, doğru nesneleri görmeyi öğrete bildiysem ne mutlu bana.
Şimdi güzeli düşünerek yaşama sırası sende. Yürürken ayağına ne kadar takılan dikenler, ağaç kökleri ve dalları varsa hepsini temizle dünyandan.
Küçük bir dünya kur kendine ve doyasıya yaşa. En önemlisi sevdiğin ne varsa onları düşünerek yaşa bu hayatta.

Görebildiğin, duyabildiğin ve hissedebildiğin için şükret…

Selam ve sevgilerimle

Naci Özkan