Naci Konyar

Gün içerisinde bir dosttan telefonuma düşen mesajda şunlar yazılı idi; “Toplumda çok hızlı bir dejenerasyon oldu, değerlerimizi, adet ve örflerimizi, saygı-sevgi kavramlarını yitirdik, manevi değerler yerini maddi değerlere bıraktı, bencillik çoğaldı, kişisel çıkarlar ön plana çıktı, hepimizin bildiği bu şeyleri yazıp konuşup deşarj olmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Selam ve saygılar.” Mesajında halden şikayette bulunan bu dostum memleketimizin cennet köşesi Marmaris’te yaşıyor birkaç yıldır.

Aynı gün, şimdi emekliliğini yaşayan ortaokuldan bir arkadaşımla yaptığımız sohbet de aynı minval üzere idi. Güzel insan diyerek başladı konuşmaya. Güzel insan, “özlediğim ölüler, özlediğim dirilerden daha çok” cümlesi ile girdi söze. “Eski güzellikler tarihe karıştı. Tanıdık simalar azaldı Taşova sokaklarında. Sadece insanlar değil sokaklar mahalleler de öksüz ve yetim kalıyor onların kaybolması ile. O güzel insanları özlüyorum” sözüne açıklık getirdi. Biriketçi Osman’ı anlattı. Çay ocağında arkadaşlarıyla kavilleşmişler. Çay ocağına kim erken gelirse çay paralarını o verecek. Biriketçi Osman hep erken gelirmiş çay ocağına, yağma yok çay paralarını hep siz vermeyin ben de vermek istiyorum diyen gözü gönlü tok eskimeyen arkadaşlıklarını aradığını anlattı değerli arkadaşım.

“Ne güzel öğretmenler ne güzel imamlar ne güzel doktorlar vardı. Şimdi örnek verecek örnek gösterecek insanlar azaldı. Nerede onlar, sokakta örnek olacak kimse kalmadı” diyordu. Ve kahır ve şikayet içeren cümleleri sıraladı peşi peşine. “Büyükler sevecendi, küçükler saygı gösterirdi. Şimdi ne sevgi verecek ne saygı görecek kimse kaldı. Gidiyorum gencin yanına bir yaşlı amca geliyor indir bacağını da amcan seni sevsin ilgilensin. Sevilecek bir genç de kalmadı, saygı görecek bir ihtiyarda. Ve kaybettiğimiz güzelliklerden dert yanışı “bir dost bulamadım gün akşam oldu” şarkısının sözlerini ilave ederek yalnızlaşan insanlığımızı anlattı.

Evet bizim çocukluğumuz dede nene anne baba kardeşlerin olduğu herkesin bir arada olduğu büyük aile idi. Şimdilerde bırakın nene dedeyi çocuklar anne babayı bile zor görür oldular. Kreşler, bakımevleri, bakıcılar nesiller arası irtibatı kesti. Apartmanlar yapılmaya başladığında ve bütün odalar aynı anda ısınmaya başladığında yani sobayı terk ettiğimizden ve bütün odalar aynı anda ısınmaya başladığında birbirimizden ayrı düştük. Issız odalara çekildik. Yüz yüze bakmayı unuttuk. Modern çağın mesailerinin meşguliyeti ile bilgisayar ve cep telefonlarına televizyon ekranlarına takılı kaldık. İnternet, sosyal medya uzakla iletişim kurma imkanı sağlarken, yakınımızdakilerle aramıza duvarlar ördük. Birbirimizin dertlerine sağır, hakikatlere karşı kör olduk, yalnızlaştık.

Eski mahallemize niçin gidiyoruz? Burada ne buluyoruz? Bu güzel mahalle bize yitirdiklerimizi hatırlatıyor. Birbirini tanıyan insanların olduğu, birbirinin elinden dilinden emin olunan komşulukların yaşandığı o sıcak evleri ve de hesapçılığın yapılmadığı çıkarsız insani ilişkileri, acıların sevinçlerin paylaşıldığı zamanları arıyoruz. Bu gün hayatta olmayan bütün sevdiklerimiz ruhumuzda yaşıyor. Geçmiş bizim evimiz, mazi ve çocukluk sığınağımız düş ülkemiz.

Şimdi insanların öykülerini dinliyoruz, dün birbiri ile iyi olan bu gün kavgalı. Dün mutlu olanlar bu gün mutsuzluktan şikayet ediyor. Niçin böyle olduk. Anlatırlar; “Hz İsa havarileri ile gezerken yolda çok kötü kokan bir köpek leşine rastlamış. “Bu leş ne kadar da pis kokuyor” diye bağırmış bir havari. Hz İsa şöyle cevap vermiş: “Dişlerinin beyazlığı ne kadar güzel”

Güzellikleri hayatımızdan çıkaralı çok oldu. Sokakta insanda, alemde burnumuza hep leş kokularının gelmesi bundan. Etrafımıza bir bakalım. Ülkemizi idare edecek insanları seçeceğiz. Dikkatlerimizi güzel olanı seçip ayıklamak yerine çirkin olanı teşhir etmeye yöneliyoruz. Güzellğin izini sürmek yerine çirkinliğe mağlup oluyoruz. Belde aşağı videolarla demokrasiyi çirkinleştiriyoruz.

Asıl olan güzelliktir. Dünyayı temaşa eden kişi şerrin hayıra, çirkinliğin güzelliğe inkılap edeceğini bilmelidir. İnsana insanlığa verilen görev bozulanı onarmak, yıkılmış olanı yerine koymaktır.

En tatlı zamanı bu hayatın hoş sohbet ile geçen zamandır derler. Sohbetlerin muhabbetlerin hoşbeşten sonra hemen halden şikayete dönüşmesi yaşadıklarımızla ilgilidir;

Zira üslupta seviyeyi yere düşürdük, aklı selimi kaybettik. Yaratıcılığı küfür ve hakaret formunda dışa vurur olduk. Aklımızı, kendimize fayda sağlama motivasyonu dışında bir amaçla kullanmaz olduk. Kuşaklar arası kopukluk derinleşiyor. Çağın sınırsız sunumları içinde doğan yeni kuşaklar eski kuşaktan kopuyor. Saygı ve sevgi üzerine kurulu insan ilişkilerinin yerini güç gösterisi almış, doyumsuz bir aç gözlülükle yedikçe acıkıyoruz. Para tüm değer ölçülerinin önüne geçmiş. Oysa okul arkadaşımın hasretini duyduğu bu güzel insanlar hiç şikayet etmediler. Gitmeye geldiklerini hiç unutmadılar.

Halden şikayet muhabbeti yeni değil. Kadim zamanlara ait bir Papirüste şöyle bir cümle yazılı imiş: “Dünya kötüye gidiyor; evlatlarımızı bu gidişattan korumalıyız” Firavunların devrinden bu yana bu cümle her çağda bir başka ağızdan terennüm edilmiş.

Ez cümle musluk tamircisinden üniversite profesörüne, iş adımına kadar herkes değerlerimizi yitirdiğimizden eski ahlakın kalmadığından şikâyet ediyor. Bu iş buralara nasıl geldi diye düşündüm. Cevabı Oktay Akbal’ın öyküsünde buldum.

“Önce Ekmekler Bozuldu!”