Naci KONYAR
Yılbaşıların klişe olmuş bir esprisiydi PTT. Yılbaşına biraz kayıtsız bir tavrı ifade için ve de enflasyonla tanışmış, bolluktan yokluğa doğru giden orta sınıfın eş ve dostları ile bir arada pijama ve terliklerin giyilip televizyon karşısına geçip sosyal içeriği azalmadan devam ettirdikleri mütevazı bir kutlamanın sloganlaşmış adıydı PTT…
Gelin biraz geçmişe gidelim; 70’li yılların ikinci yarısında Yılbaşı gecelerinde televizyon seyredip, tombala oynamanın bir nedeni hayat pahalılığı ve terör yılları olmasıydı. Bir çok şehrimizde sokağa çıkma yasağı vardı. O yıllarda tek kanal televizyonun yılbaşı gecesi yapacağı program günler önce yayınlanır, saat kaçta hangi sanatçının çıkacağı kim hangi şarkıları söyleyecek hangi komedyenler ekrana çıkacak gazete sayfalarından öğrenirdik.
Akşamın yedi sekiz civarı az tanınan sanatçılarla program başlar, giderek şöhretliler ile devam eder, saat 12.00’de bir alkış kopar ekranda ‘HOŞGELDİN YENİYIL’ yazısı belirir, as solistle program devam ettirilirdi.
1980 yılına gelinceye kadar ekrana dansöz çıkarılması meselesi tartışılmış, arabesk şarkılara konan yasak gibi dansöz oynatılmasına da yasak getirilmişti. Bu yenilik 1980’in yılbaşı gecesi gerçekleşti. O yıl televizyonda ilk defa bir dansöz Nesrin Topkapı ekranda arz-ı endam ederek Türkiye’de televizyona çıkan ilk dansöz ünvanını aldı.
Günümüze gelecek olursak; türlü sıkıntıların yaşandığı bir yılı daha geride bıraktık. Aralık ayının son haftasına gelindiğinde bazılarının iddia ettikleri gibi yılbaşını kutlamayı düşünenlerin Noel’i ve İsa’nın doğumunu kutlamak gibi bir düşünceyle kutlama yaptıklarını söylemek, iddia etmek abesle iştigaldir. Yılbaşları orta direğin kendi hayatlarına senede bir gün bile olsa bir renk, bir eğlence katma isteğidir sadece…
O gece vatandaşın düşündüğü en temel mesele ‘Büyük ikramiye’’nin kime çıkacağıdır. Vatandaşımızın dileği o şanslı kişinin fakir olmasıdır.
Zamanımızda insanımızın kutladığı yılbaşının renk ve mutluluğunu maddi imkanlar belirliyor. Yılbaşılar artık, insana özgü olan hatırlanmanın bir hediye paketine iliştirilip maddeleştirilerek hastalıklı bir beklentiye dönüştüğü, her türlü metanın ‘yeni yıl’ sloganıyla pazarlandığı şekle dönüştürüldü.
Hristiyan dünyasının dini bir bayram gibi kutladığı yılbaşı dünyada ve bizde bir neşe ve eğlence vesilesi olarak değerlendirilip kutlanıyor. Bizim insanımız da bugünü neşeyle karşılama adetinin yeni rakamlı seneye iyi dileklerle girmek, mutlu olmak yeni yılın hayırlara iyiliklere, kazadan beladan afetten, sıkıntıdan uzak geçmesi dilekleriyle kutluyor.
Ve eğlenceyi, mutluluğu düşünürken bir haber okuyorsunuz gazete sayfalarından;
‘‘Çorumda 1 saatte iki intihar olayı yaşandı. İntihar eden iki kişi de boyunlarına geçirdikleri kabloyla yaşamlarına son verdi. Şahsın intihar etmeden önce üç yaşındaki kızına ‘ Seni seviyorum kızım. Özür dilerim’ şeklinde bıraktığı not yürekleri dağladı’’
Otuz yaşlarında iki güzel dünya insanına bu kararı aldıran ne gibi bir çaresizlik yaşandı acaba…
İçinizdeki yılbaşını kutlama hevesi sönüyor, üzüntüye dönüşüyor. Ve kara kaplı defterime not düştüğüm o satırlar aklıma geliyor;
‘Bu gün, omuzlarınızda ki içtimai şartlar altında, gözü uyku ve vücudu et tutabilen insan iyi ve temiz bir Türk değildir. İyi ve temiz Türk’ün ağlıya ağlıya su kesileceği gündeyiz’
Yazımıza Prof. Mehmet Kaplan’ın Kadirlili Aşık Halil Karabulut’a gönderdiği bir tebrik metni ile son verelim.
Çok isterdim amma bitmemesini
Ne çare bu yıl da tez bitti gitti
Sanmayın yalınız elbisemizi
Bizi de bir hayli eskitti gitti.
Okuyucularıma mutlu yıllar dilerim.