Rüşvet suçu, kamu görevlisinin görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması amacıyla, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat temin etmesidir

Hatırlayanlar bilir eskiden, bir hasta ziyaretine gitsek, kapıda bekleyen zat’a bile rüşvet vermeden hastayı göremezdik.
Trafik Polisi çevirince ilk iş ruhsatı isterdi. Bir hata, kusur bulursa, şu cezan var bu cezan var der abartarak. Hemen eline makbuzu alırdı. Makbuzu gören kişi,
“Memur bey bir hal çaresi yok mu?” der, ruhsatın arasına üç-beş sıkıştırınca Polis ceza kesmeden salar giderdi.
Yani Devletin işinden devlete bir kuruş gitmez, cebine atardı bu parayı memur. Devletin hangi kademesine gidersen git evrakın arasına para sıkıştırmadan işimizi asla çözmezlerdi. Rüşvet vermeyenin evrakını sümen altı yaparlardı. Sümen altı sözü rüşvetle alakalıdır. Yani rüşvet vermeyenin evrakını bekletme taktiğidir. Rüşvet memurların ikinci bir geçim kaynağı olmuştu adeta. Amiri-memuru alayının bu işten nemalanmaması neredeyse imkansızdı. Şimdilerde bu rüşvet rezilliği en azından devletin hiç bir kademesinde geçmiyor. Belki gizli saklı olanları halen vardır ama, büyük ölçüde artık rüşvet alınmıyor. En azından ben vermiyorum oradan biliyorum…
Bir aralar, veliler öğrenciyi istediği okula yazdırmak istediklerinde, resmen şu kadar getir yapalım işini diyen müdürleri, memurları unutmadık! Sizde unutmamışsınızdır…
Şimdi hala bu işlerden beklentisi olan haysiyetsiz, namussuz, şerefsiz memurlar vardır mutlaka. Kesin bu iş bitti artık diyemem. İllaki kıyıda köşede kalan basiretsiz memur kırıntıları vardır mutlaka. Yolsuzluk ve rüşvet konusunda epey yol kat ettiğimizi söyleyebilirim ancak bitmemiştir. Çok daha kat edilmesi gereken yolların olduğu da aşikardır.

Rüşveti alanda verende alçaktır. Ne diyelim daha.

Rüşvet sözü geçtiği zaman, Klasik Türk Edebiyatının ünlü şairi,
FUZÛLİ gelir aklıma.

Fuzuli’yi hepiniz bilirsiniz. Kanuni döneminde Osmanlı sarayının hizmetine girer, emekli olur ve alacağı dokuz akçe maaş için günün birinde devlet dairesine işi düşer. Memurların yanına girer.
Vezir (günümüzün Bakanı) falan da oradadır. Hepsi Fuzuli’yi beklemektedir.
Vezir ve memurlar yere çökmüş, oturup nargile içmektedir.
İşini yapmak için Fuzuli’den rüşvet isterler.
Fuzuli ısrar eder, rica eder, istirham eder ama karşısında oturanlara kabul ettiremez.
Rüşvetçiler hiç oralı olmaz.

Fuzuli olayı şöyle anlatır:

-Dedim: Ey arkadaşlar bu ne yanlış iştir, ne yüz asıklığıdır.
-Dediler: Bizim adetimiz böyledir.
-Dedim: Bakın ağalar, benim bu haklı işimi yapmazsanız siz sorumlu olursunuz.
-Dediler: Yok efendi, bu hesap ancak kıyamette sorulur.
-Dedim: Dünyada dahi hesap sorulur, haberin işitmişiz.
Memurlar dalga geçmeyi sürdürür:
-Dediler: Böyle bir şeyi biz de duyduk ama aslı astarı yoktur. Biz amirlerimizle anlaşmışız, bize bir şey olmaz.

Fuzuli şaşırır, mücadeleden vazgeçer ve “Şikayetname” isimli eserinde olayı anlattıktan sonra şu meşhur sözlerini yazar:

Selam verdüm rüşvet değildür deyu almadılar,
Hükm gösterdim faidesüzdür deyu mültefit olmadılar,

demiştir.
(Manası: Selam versen rüşvet diye almazlar, vermesen ‘insan bir selam verir’ diye.)

Nitekim, günümüzde Rüşvet alma-verme suçunun cezası; 4 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasıdır (TCK md. 252/2).

Hala rüşvet alan veren varsa Allah onları helak etsin. Allah’ın lanetine müstehak olmaları ve dünyaları için ahiretlerini kaybetmeleri kesindir.

Hazret-i Peygamberin (asm) rüşvet alana da verene de lanet ettiğini ve ikisinin de cehennemlik olduğunu ifade etti­ğini bilen bir Müslüman, mutlaka bu hastalıktan uzak durmalıdır.

Allah bu hastalıktan cümlemizi korusun.

Vesselam…

Selam ve dua ile, hayırlı ramazanlar efendim