Sezai Karakoç fevkalade yeteneklere sahip hayatı maddi sıkıntılar içinde geçmiş Türkiye’nin yoksul şairlerinden biridir. Ece Ayhan’ın deyişiyle mülkiyeli olup da mülkiyetle ilişkisi olmayan nadir insanlardan biridir.
Gönül adamı Fethi Gemuhluoğlu, Karakoç’u şiirin ebedi ustası diye tarif eder ve onu son devrin cümle için doruk ve yeniden diriliş noktası olarak görür.
Sezai Karakoç aydın bir kişinin bir düşünürün içinde yaşadığı topluma karşı görevleri olduğunu, peşin hükümleri yıkıp gerçeklerin tartışılması gerektiğini, günlük politikaya karışmamayı ve ona alet olmamayı, çıkarcılıktan, mevki hırsından, şöhret afetinden, alkışlanmak duygusundan uzak durmayı bütün bunların düşünürün geleceğe bakmasına engel olacağı için düşünüre düşen görevin olaylar üzerine düşünmek, tarih üzerine düşünmek, sanat üzerine düşünmek, hayat üzerine düşünmek olmalıdır der.
“Dinle İstanbul” da yazar, tarihi şehir İstanbul’un yürekler acısı haline bozuluşuna hüzünlenir;
“Medeniyetler baş şehriydin, dünyanın baş şehriydin. Şimdi ne oldun? Bir uçtan bir uca işportacı pazarı. Çingene panayırına döndün İstanbul!”
Seni haramiler mağarasına çevirdiler
Nasıl değiştirdiler seni? Nasıl değiştin? Nasıl kaybettin kendini
Tarihi hakların kaybolmuş. Sense bu unutulmaz kaybı hiç hatırlamaz bir görünüştesin. Baş şehirler, kıtalar efendisi idin. Şimdi adın sanın anılmıyor ajanslarda bile. Bir parya-kent, bir şehirler proletaryası mı oldun.
Samimi ve duru bir dili olan Karakoç’un gösterişten uzak cümleleri okuyanı etkiler;
“Betonarme, mimari vahşeti; pop, müzikal vahşeti simgelemekte. Ağaç ve taşın, armonik yumuşaklığın hakkı unutulmuş. Edebiyat bir münzevi. Öksüz ve sahipsiz. Siyaset, dolambaçlı vahşetin yarış arenası halinde.”
Kitaplarında ki bazı yazılarında insanımıza, aydınlarımıza, devlet adamlarımıza çağrıda bulunur. “Diriliş mevsimi” nde herkesin yerini almasını söyler;
“Küçük işlerle oyalanmak, şahıslar çevresinde kısır çekişmeler devri bitmiştir. Dönem dirilme ve diriltme dönemidir. Büyük uyanış ve diriliş surunu üflediğini son anda da olsa uyanıp dirilenlere müjdeler olsun”
Dünyanın baş tacı ettiği, hayatın tuzu biberi olan televizyonlar için duyduğu kaygıları dile getirir;
“Televizyonlar iyi kullanıldığında nimet, gerekli olanın dışında kullanıldığında bir toplum için en önemli çöküntü işaretlerindendir. Televizyonu sadece eğlence vasıtası, bir disko gibi görmek, bütün bir halka hitap eden kürsüyü, kendi kültürüne yabancılaşmış bir avuç gencin yoz tercihine göre ayarlamak, ne büyük bir talihsizliktir.” Der.
Ve Balkon şiiri çocuklu ailelerin apartmanlarda ki balkon endişesini anlatır:
İçinde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü
Evlerde balkon çocuklara kurulan bir tuzak gibidir. Onun için şair çocuk düşerse ölür, çünkü balkon ölümün cesur körfezidir evlerde derken balkonu medeniyetin kötü habercilerinden biri olarak tarif eder ve mimarlara seslenir;
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların
Karakoç’un tedirginliği yaşadığı çağadır. Zihni karışık, aklı bulanık çağı, tekniğin imkânlarıyla sersemleyen maneviyatı ihmal eden bilimi her şeyin çaresi bilen bugünkü insanların açmazlarının, çaresizliğinin aynası olarak görür örneğin;
“Kim verecek kedilere trafik bilgilerini
Ki hayatlarıyla ödemekteler bir yandan öbür yana geçmeyi” dizeleri çok bilen günümüz insanına ihmal ettiğimiz basit görevleri hatırlatır.
Ve şair Çeşmeleri uygarlığın gözyaşları olarak tarif eder özellikle İstanbul çeşmelerini…
Karakoç çeşmeleri “Eski zaman kartvizitleri gibi duran, unutulmuş bir uygarlığa giden yolun üzerinde bulunan anıtlar olarak anlamlandırır. Kurumuş, suyu akmayan çeşmeleri eski zamanların durmuş saatlerine benzetir hüzünlenir;
Kim kesti bu neşeli çocukların sesini
Kim susturdu o canım çeşmeleri
Şair günümüz kadınının asli mekânından ve konumundan uzaklaştırıldığını çağın kirli yağmurlarıyla kirlendiğini, o çocuklarının üzerine titreyen, göz bebeklerinde sevgi ve merhamet ışığı parlayan kadınlarımızı yitirdiğimizi söylerken hüzünlenir ve onlar için ağıt gibi sözler söyler;
Ve o kadınlar nereye gittiler
Anne olan sevgili o kadınlar
Çocuklarının üzerine titreyen
Kirpiklerinde hep aynı sevgi ve merhamet ışığı
O kadınlar gökyüzüne mi çekildiler
Ve anayı anlatır şair. Onun ölümü, evin ölümüdür, ailenin ölümüdür. Anne yaşamayı anlamlı kılan bir desen, bir motiftir.
Öldü anne ve mutfaklar kilitlendi
Kilerler boşaltıldı farelerce
Anne gitti ve evler döndü yazlık otellere
Anne gitti ve sular buruştu testilerde
Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir
Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir.
Sezai Karakoç merhamet ve masumiyet sembolü anne ve çocuk için güzel şeyler söylemiştir.“Bir kadını al onu yont anne olsun”, “Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun” dizeleriyle anneyi ve onun kıymetli hazinesi çocuğu anlatmıştır. Çocuk annesiz, anne çocuksuz yaşayamaz. Şair bu karşılıklı bağlanmayı içtenlikle dile getirir:
Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne
Karakoç çocuğu ve çocuğun dünyasını çok iyi tanıyan bir şairdir. Tatlı çocukluk anılarını mutlulukla yâd eder. Çocuklar için vasiyeti vardır:
Doktor istemem annem gelsin
Yataklar denize atılsın
Çocuklar çember çevirsin
Ölürken böyle istiyorum.
Ve birde nasihati vardır çocuklara;
Çocuklar gözünüzü açın
Gün gelir iş işten geçer
Çember çevirmeyi unutmayın
Yapı aralıklarından bakmayı.
Mekanik bir dünyada yaşayan insanoğluna yaratılış gayesini, bu dünyadaki sorumluluğunu hep sevgi üzerinden anlatır. “Efendim ben sevgiden yanayım. Eğer bir aşırılık yapacaksak, sevgiden yana olsun bu. Nefretten kinden yana değil. Bir sıkıntı çekeceksek, bir çilemiz olacaksa sevgiden ötürü olsun. Çiçeklerde, kuşlarda, kuzularda, bitkilerde, hayvanlarda her yerde ve her şeyde sevgi var.
Biliyorum, fırtınalar, kasırgalar, depremler, açlıklar, kıtlıklar da var diyeceksiniz. Ölüm var hastalık var. Doğru bütün bunlar ama sevgi de var. Karşılıksız, ta yürekten sevgi. Onunla direniyoruz acılara. Onunla karşı koyuyoruz yıkıma, çürümeye. Düşmüşsek onunla kalkıyoruz ayağa”
Turan Karataş’ın hazırladığı “Doğunun yedinci oğlu Sezai Karakoç” adlı 550 sayfalık biyografi kitabı Karakoç’un geçmişin güzellikler iklimine uzanarak tedbil-i zaman ve mekân yaparak ruh ve gönül dünyasından yansıttıklarını anlatıyor.
Altmış yıldır Türk şiirinin gündeminde olan şairimiz düşünce ve fikirleriyle diriliş şuuru kazandıran yerli ve milli bir mütefekkirimiz Sezai Karakoç’tan etkilendiklerimizi yazdık. Okuyarak yaşama sevinci duyduk, onu anlatarak da yaşatma sevinci…