16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti'nde düzenin arıza vermeye başlaması tımar sisteminin bozulmaya yüz tutması beraberinde bazı tedbirlerin alınmasını mecbur kıldı. Devlet tımar sisteminin yerini doldurmak, asker hazırlamak, yetiştirmek ve toplamak, vergi tahsil etmek, asayiş ve huzuru sağlamak zorundaydı.

  Bana kalırsa devlet belirli bir coğrafi büyüklüğe erince biraz da sulh yolunu tercih etmeliydi; ecnebilere tanınan hakları ve kapitülasyonları tereddütsüz kaldırmalıydı. Olmadı!

  Bu itibarla merkezden uzak eyaletlerin dolayısıyla bölgelerin idare edilmesinde, vergilerin toplanmasında, taşranın yönetilmesinde halkın itibar ettiği - belki kerhen ve mecburen onay verdiği mahalli seçkin sınıftan ve eşraftan yararlanma yoluna başvuruldu.

Hazinedar zade Süleyman Paşa da bu yerel, itibarlı, soylu, seçkin sınıftan bir ağa olarak "muhassıl" sıfatıyla Canik, Çarşamba ve Ünye dolaylarında "Âyan" ünvanıyla göreve tayin edildi. Babası S. Behram Ağa, bölgenin önceki muhassılı ve âyanı Canikliler hanedanında hazinedardı. Canikli zade Ali Paşa Üçüncü Selim'in gerçekleştirmek istediği reformlara, düzenlemelere ve ıslahatlara katılmadı, muhalif tavır takındı, destek vermedi ve netice itibariyle devlet tarafından malı mülkü müsadere edildi.

Geçen gün ekonomik konuların mütalaa edildiği bir televizyonda konuşmacı dedi ki: "Reform kelimesinin yerine yeni bir kelime bulmak lazım zira içi boşaltıldı." Demek ki o devirde de bazı kelimelerin içi boşaltılmıştı.

On yedinci asırda iç ve dış dinamikler devletin değişim ve dönüşüm sürecine girmesine etki etti ve hatta bunu zaruri kıldı. Miri araziler "iltizam" usulüyle "malikane" olarak verilmeye başlandı. Böylece klasik feodal yapılarda görülen "derebeylik sistemi" Osmanlı Devleti'nde düzene dahil oldu. Bu dönem "Âyanlar Dönemi" olarak kayıtlandı.

Osmanlı İmparatorluğu bir tarım ülkesiydi. Bazı sıradan tarihçiler hayalî bir düzenden bahsederler. Ne var ki İmparatorluklarda sorunlar yumak halindedir ve çözüm üretmek hayli zordur. Sabah doğan güneş her ne kadar gülücük dağıtsa da reayaya saadet bahşedemedi.

"Âyanlar Devri" öyle bir devirdi ki Rusçuk Âyanı Alemdar Mustafa Paşa, ordusuyla İstanbul'a geldi; 2. Mahmut'u tahta geçirdi ve Sadrazam ünvanıyla devletin başına geçti.

Süleyman Ağa ( ? - 1818) bölge âyanı olarak egemen olduğu yerlerde muvaffak oldu, başarı gösterdi, Gürcistan, Kafkasya ve Kırım'a kadar hakimiyet kurdu. Kale muhafızlığında, huzurun temininde, isyanların bastırılmasında, asayiş ve düzenin sağlanmasında, muhafazasında ve savaşlarda üstün gayretiyle muvaffakiyet kazandı. Bu başarı ve muvaffakiyet neticede vezaret rütbesiyle beraber paşa kimliğine kavuşmasını sağladı ve Trabzon valisi olarak tayin edildi. (1812)

Orta ve Doğu Karadeniz bölgesine hakim olan Canikli ailesinin gücünü kırdı, hakimiyetine son verdi ve idareyi tamamen eline aldı.

Son devirde devlet idaresi özellikle Padişah 2. Mahmut, özel mülkiyeti sınırlandırmak gayesiyle müsadere sistemine döndü. Hal böyle olunca, Süleyman Paşa müsadere korkusu yaşamaya başladı ve malının tamamını vakfetti.

Zira Âyanlar bölgelerinde servetlerini kurtarmak istiyorlardı ve mecburen evlatlık vakfiyeler tesis etme yolunu tercih ediyorlardı.

Süleyman Paşa'nın aslen Ayvacık kazasından olduğuna delalet eden bilgiler vakfiyede hısımlarını saydığı fasılda geçiyor. Bazı kaynaklarda ceddinin Ordu veya Ünye tarafından geldiğine dair malumat dahi var.

Bölge âyanı sıfatıyla Canik, Çarşamba, Ünye bölgesinde diğer mal ve mülklerinin yanında çiftlik ve kahvehane mülkü de edindi. Kahvehaneler genellikle yol üstünde kurulu olup yolcular ve konaklamak isteyenler indinde ehemmiyet arz ediyordu; konuklar ve yolcular için bir tür "han, kervansaray veya otel" görevi görüyordu. Paşa, böyle bir kültür ve geleneğin başlamasına vesile olmuş oldu belki de!

Kanaatim odur ki takip eden yıllarda konakçı kahvehaneleri "Sabahçı kahvesi..." adıyla halk nezdinde muteber bir yere sahip oldu. Yolcuların yolda kalmışların barınağı oldu.

Osmanlı tabirinde çiftlik, bir çift öküzle sürülebilen arazi anlamına geliyor. Bu da 60 dönüm veya 80 dönüm arazi demek oluyor.

Taşova'nın kuzeybatı tarafına denk gelen "Sepetli Çiftliği" ile batı yönündeki "Haddadi Çiftliği" Süleyman Paşa Vakfiyesi'nde yer alıyor. Fakat bu çiftlikler 80 dönüm değil binlerce dönüme tekabül ediyor.

SEPETLİ Çiftliği'nin Konumu:

"Dört tarafı Boraboy köyü toprağına muttasıl ve Kozluca karyesi toprağına muttasıl ve Halamaz köyü toprağına bitişik ve dağ tarafında Elmapınarı ve umum yol ve Tekelüze köyü toprağına bitişik işbu hudut ile mahdud Sepetlü Çiftliğidir."

Paragrafı düzenlerken vakfiyeyi dikkatlice kontrol ve takip etmeme rağmen Destek köyü ve Arpaderesi köyü adına rastlamadım.

Haddadi Çiftliği de Süleyman Paşa vakfı dahilinde olduğuna göre yörenin en verimli arazilerini Hazinedarzade hanedanlığına ve dolayısıyla evlatlık vakfa dahil etmiş görünüyor.

Padişah 2. Mahmut vatan ve millet adına bütün bu türden hadiselerle mücadele etmekte ziyade muvaffakiyet sağladı. Halkın sırtına yük olan büyük bir gücü, askeri gücü, ekonomik gücü, belayı gadayı def eyledi. Ordunun yenilenmesi hususunda zerre tereddüt göstermedi.

Tanzimat'ın ilanıyla birlikte iltizam, hanedan, mütesellim, âyan düzenleri tarihe karıştı.

Genel itibariyle de âyan sistemindeki araziler, çiftlikler, vakıflar devlet tarafından zaptedildi ve müsadere edilerek hazineye veya miri araziye katıldı.

16. yüzyıldan beri devam eden tımar sisteminin  ihyası veya kaldırılması yahut iltizama verilmesi konusu da böylece kapandı. Kapanmasa da derebeylik düzeninin sınırları daraldı, bazı bölgelerde son buldu.

HADDADİ Çiftliği'nin Tarifi:

"Dört tarafı Nehr-i Kebir (Yeşilırmak) ve Ilıca derbendi ve yaylada Arpaderesi ve Cuma Camii  ve Kızılcaköy ve Gökdere altında eski Kebker köprü yeri ve Tekelüze karyesi yolundaki Yağlutaş ve Zuday taş yığını ve Çılgıdır kurbunda Çorak deresi ve Nehr-i Kebir ile mahdud ma'lumü'l mikdar mülk-i mezra'aları muhtevi Hüdadi Çiftliği adındaki bir bab mülk çiftliktir."

Çiftlik hududu Çılkıdır'ın batısından başladığına göre, o yıllarda bazı köylerin henüz yerleşim sağlamadığı veya yeter hane sayısında olmadığı sonucuna varmak mümkün gibi duruyor.

Bu iki çiftlik Taşova'nın iskan olduğu yer dahil Yeşilırmak'tan Halamaz hududuna, Elmapınarı'ndan Boraboy toprağına kadar çok büyük bir alanı kaplıyor içine alıyor.

O dönemde Rum Eyaleti'ne bağlı bu bölgenin Canik Sancağı'nın Âyanı Süleyman Paşa tarafından mülk olarak zaptedilmesi dikkate şayandır...

Enver Seyhan