Hikaye “Benim babam tabaktı.” cümlesiyle başlıyor. Dericilik yapıyormuş yani. Yıllarca öbek öbek deri yığılmış hem ev hem atölye olarak kullandıkları yuvada yaşamışlar. Babalarının o evde deri kokusundan ciğerleri perişan olmuş, devamlı öksürüyor. Ve Kahramanımızın babası “Ciğerler tekmil çürümüş bizim. Ben doktora gitmem. Doktor, senin benim bildiğimize ad koyan kişidir. Doktorlar ad koymasa da ben derdimi bilirim. Ciğer bizi uzun taşımayacak. Esasen ciğerimizin çürümesi bu mesleğin bize kötü hatırasıdır. Bizim işimizde yünleri deriden ayırmak için bildiğimiz köpek pisliği kullanırız. Hani meşhur lafı vardır: “Tabaksın, it b.kuna muhtaçsın, derler.” Ayıp bir söz ama doğru bir söz. Yünün deriden ayrılması için köpeğin hacetini suya katarsın. Köpek pisliği artık nasıl bir şeyse derinin üzerinde kalmaz hiç bir şey.” diye dertlenir. Dert yanarmış dostlarına sürekli…

Evet babamın dediği gibi pisliğini kullanmak için bizim köpeklerimiz olurdu hep. Bahçenin her yerinde cezasını çeken belalı mahkumlar gibi volta vurarak dolaşan köpeklerimiz yüzünden kimse kolay kolay giremezdi bahçemize.

O köpeklerden bazıları vardı ki sanki dili dönse konuşacak, o kadar içli hayvanlardı. Köpekler lâl olsa da ben köpeklerle konuşurdum. Onlarda alışmışlardı benim yarenliğime. En çok apartmanlardan bahsederdim. Apartman demek temizlik, medeniyet demekti benim için. Ben apartman hayali kurarken köpekler sanki anlarlardı. Bak inan olsun anlarlardı. Apartmana taşınırız, onları terk ederiz diye mahzunlaşırlardı. Ben onların her halini bilirdim. Veteriner kadar bilgim vardı. Köpek kısmı yorulsa da gezer. Hastalandım, yatayım demez. Yani dikkatli olmazsan hasta olduğunu anlayamazsın. Geze geze ölür gider
. Hasta köpeği kurtaracak şey kusmasıdır. İki güne kadar kusmazsa gidicidir. Bazen de köpek çok yese de vücudu zayıflar sürekli. O zaman anla ki bağırsağında kurt vardır. İlaç verirsin döker kurdu. Bir şey daha söyleyeyim: KÖPEKLER KENDİNİ BESLEYENE HAİNLİK ETMEZ, bu tamam. Ama kendine ilaç yapıp verene ise başka bir şekilde bakar. İlaç verip hastalıktan kurtardığın için artık, haşa, sen o köpeğin anası gibi olursun. Yanından ayrılmaz. Hep peşinde gezmek ister. Ben bunu çok yaşadım. Dedim ya çok akıllı hayvanlar. İşte bir tek dilleri yok. Neyse işte, o hayvanlar yüzünden benim hiç arkadaşım olmadı. Köpek pisliğine muhtaç olduğumuzda ve işimiz köpeklerle olduğundan çocuklar köpeklerden çok çekinirler ve bizim eve gelmezlerdi. Köpeklerin hatırına peşinden gelenler dışında arkadaşım yoktu. Köpek kadar hatırım yok diye üzülürdüm. ”

Bu hikayeyi hayvanları seven özellikle köpeklerin barınma ve beslenmesine kıymetli zamanlarını ayıran Ramazan Turgut hocamla 15 gün önce beraberce okumuştuk. Aynı gün hocamızın kasabamızdaki başıboş köpeklerin barınmasıyla ilgili Belediye Başkanlığımızın desteğini aldığını ve gerçekten hikayede anlatılan “köpek” diyerek hakaret sözcüğü olarak kullandığımız bu hayvan cinslerinin bir sadakat numunesi olduğunu hikayede anlatıldığı gibi kendini besleyenlere asla hainlik etmediklerini vefalı dostlar olduklarını paylaşmıştık sohbetimizde…

Türkiye’mizi, milletimizi kalbinden vuran, hepsi aslanlar gibi yakışıklı 20’li yaşlarda hayatının baharında biri de Esençay kasabamızın yakışıklısı Tıp fakültesi öğrencisi 19 yaşında Berkay Akbaş’la 44 canımızı İstanbul Beşiktaş’ta kahpece katleden canilere İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın Şehit silah arkadaşlarını uğurlarken teröristlere “Siz kimin köpeğisiniz?” sözü bu şerefsizlere hakaret değil paye vermek olur. Çünkü köpek dediğimiz bu güzel hayvanların boku bile bir işe yarıyormuş. Bunlara bok desek;

Bunlara bok da demeyin
Bok duyarsa ar eyler
Bir katreleri boka düşse
Bunlar boku da murdar eyler…

Yüreğimiz yanıyor. Yapılan hain terörü kınıyor, şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar, acılı ailelere sabırlar niyaz ediyoruz.