Anadolu da söylenen bir söz vardır;

“Kız anadan öğrenir sofra dizmeyi

Oğul babadan öğrenir sohbet gezmeyi”

Birçoğumuz eğitimi sadece okullarımızın yaptığını düşünürüz. Dünyanın en güzel eğitim kurumu ailemizdir. Öğretmenleri de anne ve baba başta olmak üzere ailemizin büyükleridir.

Bedenin temel gıdası su ve yiyecek ise mutlu ve huzurlu bir ruhun gıdası da sohbettir. Ailede eğitim mayasının tutması sıcak ve sağlıklı sohbetlerle sağlanır.

Kahvesi bol ve kahve kültürü olan bir ülkeyiz. Kahve duvarlarında asılı levhada “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül bir dost ister kahve bahane” yazısı sohbete ve muhabbete olan düşkünlüğümüzü yansıtır.

Günümüzde sosyal yapımızı tehdit eden en önemli tehlike sohbet ortamlarının kayboluşudur. Bugün çağdaş zaman hırsızları olarak nitelendirdiğimiz Tv, gazete gibi kitle iletişim araçları ile internet, cep telefonu gibi zaman çalıcılar, teknolojiden gereği kadar ve kararınca istifade etme konusunda ki ölçüsüzlüğümüzden dolayı sohbet kültürümüzü kaybetmemize neden olmuşlardır.

Oysa biz mesajlarla iletişim kurmadığımız o eski zamanlarda iletişimi kelimeler aracılığı ile konuşma diliyle bazı hallerde beden diliyle kurardık. Geçmişin en iyi iletişimi “Gönül dili” idi. Bu dilde rol yapma, riya yoktu. Gönül dilinin temel ilkesi samimiyet, tevazu “plan yapmamak”tı. Gönül dili insanlığın fıtrat diliydi.

İletişimin altın anahtarı kalben bedenen lisanen verilen, gönülden gönüle köprü olan yüreğimizin sesi selamı ve hal hatır sormayı yitirmemiştik. Bu konuda halkımız aydınlarımızdan daha samimiydi. Onların selamı candandı. Mesela otobüste yan koltukta oturan bir köylü hemşeri önce candan bir selam verir, nerelisin sorusu tesadüfî bir soru değildir, iletişimi sürdürmenin hazırlık sorusudur. Sonra ortak tanıdıklar ve anılarla uzayan sohbet yolculuk bitiminden sonra kazanılmış yeni bir dostluk başlangıcıydı onlar için.

Evet, hal hatır, selamı unuttuk ama haberleşme ve iletişimi bir tutku, bağımlılık hatta uyuşturucu işlevine dönüştürdük. Hemen her gün Tv kanalları, cep telefonları, internet, mesaj, facebook, twitter lerle bir bilgi bombardımanıyla insanlığı katletmeye başladık.

Dost, arkadaş beraberlikleri, akraba ziyaretleri yerine masa başında oturup, tanıdık tanımadık birçok insanla yazışma yüzünden bir birimizden koptuk. Sosyal medya bağımlılarının sanal ortamda haberleştiği tanımadığı, görmediği insanlarla tanışma ve yazışması belki heyecan verici olabilir ama sanal ortamın bu tür arkadaşlığı hiçbir özel konunuz veya derdinizle ilgilenmeyen sanal ortamın sahte dostları ve dostluklarıdır. “İki binin üzerinde arkadaşı olan birinin cenazesini üç kişinin kaldırdığı bir güzel sahici ortam!”

Herkesin özellikle gençlerimizin daldığı bu sosyal medya ortamı, çocuklarımıza gençlerimize farkında olmaksızın kötü alışkanlıklar kazandırabilir. Bu alışkanlıklar onların karakteri olabilir. Bu karakter de onların kaderini oluşturacaktır.

Akıldan sonra en değerli nimet zamandır. Zaman dünyada ki en kıymetli değerdir. Yeniden yaşanmaz, geri getirilemez, durdurulamaz, alınıp satılamaz olan bir kaynaktır. Sosyal medya zamanın baş düşmanıdır.

Bilgisayar başına geçen internet tutkunlarının hastalık derecesinde saatlerini hatta günlerini feda ederek kendilerini, sevdiklerini, işlerini, çevrelerini umursamaz hale gelerek sürdürdükleri bu iletişim bağımlılığın sonucu olarak sağlık sorunları, ailevi sorunlar yaşanırken bir taraftan zaman öbür yandan da insanlığın ruhu ölmektedir.

Geçen günlerde öğretmen arkadaşlarla sohbet ettiğimiz bir kafede yan masada dört genç kardeşimizin ellerinde cep telefonları ile hiç konuşmadan oturdukları o görüntü iletişim teknolojisinin sosyal hayatımıza ne denli etki etmiş olduğunun bir resmiydi. Bu yazı da bu manzaradan duyduğumuz rahatsızlığı dile getirmek adına kaleme alınmıştır.

Adına sosyal medya dediğimiz bu teknoloji sonuçları itibariyle insanlarımızı a sosyal hale getirmiştir. Sanal ortamın sahte dünyası, sahte dostlar gerçek çevreden insanımızı kopartmıştır. Toplum, elinde cep telefonuyla yaşayan bir toplum haline geldi. Çocuklar ve gençler cep telefonlarını ellerinden bırakmadan sokakta, evde gözler ekran üzerinde yanındakinden habersiz uzaklarla haberleşiyorlar.

Artık kış gecelerinin kara mangalını aramıyoruz. Gaz lambası ve muma ihtiyaç duymuyoruz. Gaz ocağı, ispirto, gaz yağı derdi yok. Parazitli bir seste dünleri andığımız, bir kutunun içinde biri var sandığımız radyoları unuttuk. Üstünde ekmek ısıttığımız, külünde patates közlediğimiz ve maziyi kış gecelerinde soba gibi özlediğimiz uyuyan sobalar, sac sobalar, kuzineler kayboldu gitti. Ömrümüzü heceleyen tik tak saatlerde yok artık duvarlarımızda. Mutfağın küçük aktörleri havan ve kahve değirmeni tarihe karıştı.

Evet, yaşları elliyi altmışı devirenler bu saydıklarımızı gördüler bilirler. Hayatımızda müspet manada çok şeyin değiştiğinin farkındayız. Geçmişin sefaletini, mahrumiyetini özlemiyoruz. Özlenen şeyler bugünkü hayatın bizi mahrum bıraktığı mutluluğumuzun gıdası, yaşama sevincimizin kaynağı olan değerlerimiz. İletişim teknolojisinin sunduğu yeni yaşam biçimi insani ilişkilerdeki sıcaklığın kaybolmasına neden oldu. Sohbeti unuttuk. Giderek kendi dünyalarına çekilen insanlarımız paylaşabilecekleri ortak mevzuları cep telefonları ve tv ler üzerinden sağlamaya yöneldi.

İnsanı ve toplumu değerli kılan değerleridir. İnsan değerleriyle insandır. Değerlerini yitiren bir toplum uzun süre ayakta kalamaz. Sohbeti, selamlaşmayı, hal hatır sormayı, ziyaretleri unutturan, geleceğimiz için tehdit oluşturan sosyal medyayla ilgili hepimize görevler düşmektedir.

En başta anne ve babalar eğiticiler, yöneticiler bu tehdit karşısında çözüm önerileri oluşturmalıdırlar. Anne ve babalar çocuklarına daha fazla zaman ayırmalı, çocuklara iletişim teknolojisiyle ilgili bilgi ve bilinç kazandırılmalıdır.

Sosyal medya konusunda bilgi ve bilinç kazanan kullanıcılar da sosyal medyayı sosyal hayata zarar vermeden, gerçek dünyadan kopmadan kararında ve dozunda kullanmalıdırlar.