Bürokrasiyi bu kadar güzel ancak bir bürokrat anlatabilir. Sedat Nuri Kayış ‘ Ben RTÜK Başkanıyken’ adlı kitabında bakın nasıl anlatıyor bürokrasimizi:

         Sizce bürokrasi nedir?

         Bürokrasi bir yumurtayı on kişinin taşımaya çalışmasıdır.

         Bu kadar mı?

         Hayır. Taşıma işlemi sırasında yumurtanın kırılmasıdır.

         Bu kadar mı?

         Tabiî ki hayır. Yumurtanın kırılmasının ardından kırılma nedenlerini araştıran bir komisyonun kurulmasıdır.

         Bu kadar mı?

         Elbette değil, komisyonun yıllarca çalıştıktan sonra kuruluş nedenini unutmayıp bir rapor hazırlarsa, yumurtanın kendi kendine kırıldığına karar verip buna herkesi inandırmasıdır.

         Bu kadar mı?

         Hiç olur mu? Kalitesiz yumurta ürettikleri için tavukların mahkemeye verilip devlet malına zarardan yargılanmalarıdır.

         Halden şikayet sadece asrımıza ait bir dertlenme değildir. Kadim zamanlara ait bir papirüste şöyle bir cümle yazılıymış:

         ‘Dünya kötüye gidiyor; evlatlarımızı bu gidişattan korumalıyız.’

         İnsanlığın var oluşundan bu yana bu cümlenin her çağda bir başka ağızdan dillendirildiğine inanıyoruz. Zira yeryüzünde her gün insanlığın şikayet konusu ettiği o kadar çok vaka yaşanıyor ki…

         Ülkemin gazeteleri başlık atıyor. Devlet sütü; bozuk çıktı.

         Devletimizin, ülkemizin gelişme çağında ki çocuklarına süt içirme projesi takdir görmesi gereken bir proje olarak uygulamaya geçirilmişken daha ilk uygulamada dağıtılan sütlerden besin zehirlenmesine uğrayan çocuklarımızın ekran görüntüleri takdiri tepkiye dönüştürdü.

         Şimdi olacaklar malum. Ezeli ve ebedi derdimiz, şifasını bir türlü bulamadığımız hastalığımız bürokrasimiz devreye girecek bildik lafları sıralayacak ‘suçlular tespit edilecek, sorumlular cezasız kalmayacak.’

         Ve komisyonlar kurulacak, bitip tükenmeyen yazışmalar yapılacak, uzun toplantılarda fiyakalı konuşmalardan sonra raporlar hazırlanacak…

         Tıpkı AVM inşaatında yanarak ölen işçilerimiz Erzurum Aşkale de kış günü donmuş gölde boğulan tedaş işçilerimiz, Tuzla tersanelerinde alıştığımız iş kazalarında kaybettiğimiz işçilerimiz için hazırlanan raporlar gibi…

         Ülkemizin değişik illerinde dağıtılan sütlerden meydana gelen zehirlenme vakaları için bürokrasimizin yapacağı da herhalde kalitesiz süt ürettikleri için inekleri mahkemeye verip devleti zarara uğrattıkları ve de çocuklarımızın hayatını tehlikeye soktukları için yargılanmalarını istemek olacaktır.

         Evet, bu asrın yaşayanları olarak bizler hala “dünya iyiye gitmiyor” u telaffuz ediyorsak bunun nedeni sorunları doğru olarak tanımlayamıyor olmamızdandır.

         Sadece anayasa değişikliği, Kürt sorunu değil bu ülkede ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa ve tartışmaya açılan her konunun çözüme ulaştırılamamasının altında yatan gerçek budur.

         Vizyon en büyük eksiğimiz. Hedefsiz yaşamayı kültür haline getirdik. İş cinayeti niteliğinde iş kazalarından sonra tedbir almaya koyuluyoruz. Takdir-i İlahiye amenna ama ölümlere bakıyoruz hepsi takdir-i idari…  

         İktidarlarımıza bakıyoruz maşallah yasaya göre iş değil de işe göre yasa yapmakta pek muktedirler.

         Çocukluğumda seyrettiğim bir Türk filminde kaptan rolünde Ahmet Tarık Tekçe gemiyle boğazda bir yalıya çarptıktan sonra getirildiği emniyet karakolunda polislere şöyle diyordu. “Kabahat yalıda”

         Çocuklarımıza bozuk süt içirenler kabahat ineklerde mi derler acaba?… 

         Halkımız sütü sadece besin ve gıda olarak görmemiştir. Ayrıca onu “SÜTÜNE VİCDANINA” diye tabir ettiği bir cümleyle de adaletin hakkın miyarı olarak diline pelesenk etmiştir.

         Yaşanan bu olaylardan sonra halkımız süt pazarlayıcılarını uyarıyor:

         “Aman dikkat sütünüz bozuk olmasın gerisi sütünüze vicdanınıza kalmış…”

 

09.05.2012