Okuduğumuz kitapların anlattıkları bizi çok şeylerle buluşturuyor, gösteriyor, bize hayata dair sorular sormayı sorgulamayı öğretiyor. İçinde bulunduğumuz zaman bizleri ilgilendirmeli, görmeli ve sorgulamalıyız. Sessiz kalırsak eğer suç ortayız.
Eski zamanla bu zamanın aynı olmadığını ve zamanın değişmesiyle hükümlerin de değiştiğini görüyoruz, yaşıyoruz. Geçmişte bir ömür tüketilen evlerimiz sadeydi, hayatları da sadeydi. Evlerimiz modern hayatın getirdiği hayatımızı kolaylaştıracağını düşündüğümüz eşyalarla dolu değildi. Kenarı dantelli havlularla el ve yüzün kurulandığı o saadetli zamanlar geride kaldı. Son yüzyılda en önemli kayıplarımızdan biri büyük aile yapımızı yitirmek oldu. Çocuklar dedelerini, ninelerini görerek yetişme imkanlarını kaybettiler.
Kara kaplı defterimin bir sayfasına Türkiye’yi ve Türkleri inceleyen bir İsviçreli Prof. Gaston Jezz ‘in bir sözünü not düşmüşüm. (Türk milletinin aile nizamını elinden alınız, geride hiç bir şey kalmaz’
Boşanmaların çoğaldığı bir zamana tanığız. İsviçreli Prof. Bugünkü Türkiye’yi inceleseydi aynı cümleyi kurar mıydı bilemiyoruz. Evet içinde bulunduğumuz zaman bizleri ilgilendiriyor. Çevre tahribatına ne kadar duyarlı kalmak zorundaysak toplumsal çevremizde gelişen oluşan aile yıkımlarına, çocukların anasız babasız kalmasına yol açan sosyal facialara da o kadar duyarlı olmak zorundayız. Sessiz kalırsak eğer suç ortağıyız.
Yaşanmış bir hikayeyi okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz. Hadiseyi yaşayan kişi anlatıyor:
’Ben yirmi yaşındaydım, eşim on sekizdeydi. Bizi everdiler. Soğuk bir memlekette yaşıyoruz. Zemheri. Evliliğimizin ikinci üçüncü ayı mı neydi, hanımla aramızda bir tartışma çıktı. O sesini yükseltti, ben sesimi yükselttim. Tartışma epey şiddetlendi ve hanım, ‘Böyle yaparsan babamın evine giderim’ dedi. Ben de ‘Gidersen git’ dedim. Bu sözümün üzerine kapıyı çekip evden çıktı. Babasının evi ile evimizin arasında nereden bakarsanız yirmi kilometrelik bir mesafe var. Ama gitti işte. Gecenin bir yarısı, diz boyu kar var. Nereye, nasıl gider, cebinde para var mı diye endişelenmeye başladım.
Aradan bir saat kadar geçti, evin telefonu çaldı. O zaman cep telefonu falan yok tabii. Açtım telefonu. Kayınvalidemin sesi. ‘Oğlum merhaba, şuan kapının önünde kendisini bu eve ait zanneden oysa ki bu eve ait olmayan bir kız çocuğu var. İçeriye girmek istiyor. Biz müsaade etmedik. Malum hava da soğuk. Gel ve sana ait olanı buradan al. Çünkü üşüyor’ dedi
Gittim arabayla, hanımı kapının kenarında gördüm; kuytu bir yer bulmuş, pusmuş bekliyor. Arabayı görür görmez içine atladı. Dudakları mosmordu, çok üşümüş. Tek kelime konuşmadan eve döndük oturuyoruz. Derken telefon tekrar çaldı. Arayan yine kayınvalidemdi. ‘Oğlum, baban seni görmek istiyor’ dedi.
Tek başıma evlerine gittim hemen. İçeri girince bir baktım, mükellef bir sofra kurulmuş. Çorbalar, salatalar, et yemekleri vs. Kayınpederim sofraya buyur etti, oturdum. Kayınvalidem bizi baş başa bıraktı. Kayınpeder eliyle dizime vurup, ‘Karı koca arasında kavga çıkınca kadın adamı aç bırakır. Senin karnın açtır şimdi. Gel şöyle de önce erkek erkeğe güzel bir yemek yiyelim, dedi. Yemeği yedik, ardından çayımızı, kahvemizi de içtik. Sonra kayınpederim konuşmaya başladı. ‘Oğlum, sana bir şey soracağım. Kızımız senin namusuna leke mi getirdi? Bana açıkça söyle dedi. Bu soruya şaşırdım. Hayır efendim dedim. Devam etti: ‘Evini istemediğin insanları mı aldı? Yine hayır diye cevapladım. ‘Paranı çarçur edip seni borca mı soktu? ‘Hayır efendim bunların hiç biri olmadı’ dedim. ‘Peki, bunların haricinde bilmem gereken kritik, ciddi, kayda değer bir hatası oldu mu’ diye sordu son olarak, ben de ‘Yok sadece tartıştık, o yüzden size geldi’ dedim. Cevabım üzerine, ‘O zaman bir daha sana ait olanı buraya gönderme’ dedi.
Bu yaşanmış hikayeden alınacak çok dersler var. Burada anne ve baba ‘Elin oğlundan bize ne gel kızım gel anlat ne yaptı sana o adam ezdi mi seni’ demiyor, evladını kayırmıyor. Kayınpeder damadını kırmadan konuşuyor ama en ağır ve en önemli sözleri söylemeyi de ihmal etmiyor, ana yüreği yansa da kızının saadeti için onu kapının önünde tutuyor.
Eğer bunlar yapılmamış olsaydı o evlilik birkaç ay içinde mahkemede, saç saça baş başa bir kavgayla bitebilirdi. Baba çok güzel bir ders veriyor. ‘Eşinin namusunda, ahlak ve haysiyetinde bir kusur yokken yavrum sen neyin peşindesin neyin derdindesin demek istiyor.
Anne ve babanın bu ölçülerini hayatımıza monte etmemiz gerekiyor. Evet önemsiz şeyleri mesele yapmak önemli şeylere ihanet oluyor. Yani ceviz kabuğunu doldurmayan konular yüzünden kavga ediyor, mahkemeye koşuyor, evliliğinizi berbat edip çocukların istikbalini karartıyorsunuz. Ortada çocuklar var ama hiç kimse onları düşünmüyor.
Eşlerden ikisi de ‘Ben’ derse, bencil olursa hayatta ne bekleyebilirsiniz. Herkesin dönüp kendine bakması gerekiyor. Acaba ben üstüme düşeni yaptım mı, sorumluğumu yerine getirdim mi?...
İyi niyetli, feraset ve tecrübe sahibi büyüklere ihtiyaç duyulan bir zamanı yaşıyoruz. Eskilerin bilgeliğine, sabra ve tahammüle ihtiyacımız var. Söz ağızdan çıkana kadar esirim ama ağızdan çıkınca sen onun esiri oluyorsun bir tatlı söz, iki güzel kelime sorunları çözmeye yetiyor. Tartışma da haklı taraf sen olsan ne yazar evliliğin bittikten sonra. Acı çekecek olan sizler ve çocuklarınızdır. Haklı olmak mutlu olmayı getiriyor mu?...
Şu yaşanmış hikaye hakiki manada annelik ve babalık etmenin mahiyetini ve yolunu gösteriyor. Yuvayı ayakta tutmak büyüklerin ona müdahale etmemesiyle ya da böyle yapıcı ve öğretici müdahalelerle de mümkün olduğunu bize öğretiyor.
Ey çatırdayan yuvanın sorumluları bir kavga ihtimalinde insanı bir durup düşünmeye sevk eden bu yaşanmış olaydan ibret almayı düşünürmüsünüz…?
İbret alınması niyazıyla…