Yıl 1963… Taşova Ortaokulundan üç öğrenci (Abdurrahman Gültekin, Ahmet Aksoy ve ben) Tokat Gaziosmanpaşa Lisesinin yatılı bölümünü kazanmıştık.
İlk defa evden aileden ayrılıyor ve ilçe sınırlarının dışına çıkıyordum. Veda günü annem gözleri yaşlı elinde maşrapayla arkamdan su döküyordu. Bu güzel adetin su gibi aziz ol, su gibi akıp git, su gibi ak gel manasına geldiğini daha sonra öğrenecektim.
Delikanlılar askere gidecekler, genç kızlar gelin olup evlerinden ayrılacaklar ve arkalarından sular dökülecek. Bu adetler bir geleneğin göreneğin göstergesi idi. Gidenlerin arkasından su dökmek gönül bağını, insanlığı, birlik ve beraberliği, fertler ve toplum arasında muhabbeti ifade ediyordu.
Gurbet vardı. Gidip de gelmemek, gelip de görmemek vardı. Dökülen o sular gideni ailesine, sevdiklerine bağlayan sulardı. Gidenin ardından dökülen bir maşrapa su boşuna dökülmüş olmuyordu. Aksine insanlığın dostluğun sevgi ve muhabbetin ilelebet devam etmesinin merasimi oluyordu.
Suyun gelenek ve göreneklerimizin içindeki değer ve güzelliğinin anlatıldığı bir başka olayı da ilk defa dede olduğumda yaşadım.
18 Mart 2024 günü dede oldum. Doğumdan 9 gün sonra bebeği yıkayacaklar. Yan odada Nihan Kaya’nın ERTELEME adlı kitabını okuyorum. “Bir arkadaşım, Trakya’da çocukları yıkarken bir yandan “Sular aşağı, oğlum/kızım yukarı” dediklerini söylemişti” 99. Sayfada rast geldiğim bu cümle bana çocukluğumu hatırlattı. “Sular aşağı, oğlum/kızım yukarı” yazar duş almanın banyo yapmanın ruh halimizi olumlu yönde etkilediğini, sinirleri yatıştırdığını, kaygıya iyi geldiğini anlatıyordu. Bu cümle bana çok tanıdık gelmişti. Çocukluğumda annem beni yıkarken “Sular aşağı, çocuğum yukarı” sözleri ile suları başımdan aşağı dökerdi.
Bu söz çocuğa yapılan büyüme ve ileriye dönük istikbali hayırlı olsun, büyük adam olsun anlamında söylenen bir anne sözüydü. Su gibi ömrü uzun, bahtı açık, şansı bol olsun, sağlıklı ömürleri olsun anlamında bir anne temennisi anne duasıydı.
“Rüzgar bebeğin yıkandığı odaya yeni bir şey keşfetmiş gibi bir heyecanla girip “Sular aşağı” cümlesini daha tamamlamadan damat “Oğlum yukarı” diye söyleyince Rumeli kültürünün bu kültürden gelen nesiller tarafından yaşatıldığı ve bilindiği gerçeğini anladım. Çocukluğumda damadı da annesi bu sözlerle banyo yaptırıyormuş.
Gelenek ve görenekler bir toplumda geçmişten gelen, kuşaktan kuşağa iletilen kültürel bir miras, bilgi ve davranış bütünlüğüdür. Unutulan geçmiş, kaybolan değerleri sadece bu örneklerle anlatamayız. Başka güzellikleri de kaybettik:
“Kul hakkı, komşu hakkı, göz hakkı… Daha yakın zamanlara kadar evlerimizde kulaklarımız her şeyin bir hakkı olduğunu anlatan masallar, deyişlerle dolardı. Bu hakların yüce divanda tek tek hesabının verileceğine olan inancımızla zaaflarımıza yenilmezdik. Evlerden kokusu duyulan yemekler piştiğinde karınca kararınca komşulara dağıtılırdı. Mayamız hak ve hukuk kavramı ile öylesine yoğrulmuştu ki gün gelip de kendi kendimizi insan hakları komisyonuna şikayet edeceğimizi aklımızın ucundan bile geçirmezdik.
Günlük hayatımız içinde en çok duyulan sözlerden biri “Hakkını helal et” olurdu. Hakkını helal et… Bu üç kelimelik cümle bizim hayat felsefemizdi. Onun için de attığımız her adımda yüce yaratıcının rızasını düşünürdük. Onun rızasına uymayan kazançların hayır getirmeyeceğini bilirdik. Bütün bu hasletlerimizden uzaklaştıkça huzursuz, gözü doymayan bir toplum olduk. Bereketi yitirdik. Üretmeden tüketme alışkanlığını kazandık.”
Evet bazı gelenek ve göreneklerimiz zamana karşı direnemeyip unutulmaya yüz tutsa da onları hatırlayıp gelecek kuşaklara taşımak, onları kayıt altına almak, geçmişi hatırlamak, hatırlatmak bir kültürü yaşatmak canlı tutmaktır.
Su gibi aziz olmak… Ne güzel anlatmış Mevlana Celaleddin-i Rumi su gibi aziz olmayı.
Sevgili okuyucularımız; Su gibi aziz olun…
Bayramınız kutlu olsun