Türk Edebiyatı dergisinin ocak 2023 sayısında ‘İçine akan ırmak’, ‘Bu toprağın hazin sesi’, ‘Nahif bir fikir emekçisi’ gibi başlıklarla hazırlanmış olan dosyada yazar Şerif Aydemir tanıtılıyordu.

Yöresel deyim ve kelimelerle ilgili bir kitap çıkarma aşamasında olan bizim gibi edebiyat heveskarı Abdullah Seçkin Hocama Şerif Aydemir ismini söylediğimde o da kalemi konusunda örf ve adetlerimizden damıtılmış mahalli deyiş ve konuşukları ustalıkla kullanan bir yazar olduğunu belirtmişti.

Yazarın ‘Yaşamak Geçti Başımdan’ kitabını elimden bırakmadan keyifle okuduktan sonra içini size döken samimi satırlarla günümüz insanını, memleket sevdasını, Anadolu insanının gündelik hayatını seçkin kelimelerle gönül telimize dokunarak akıcı bir şiir diliyle anlatan, söz ummanında kulaç atan ehl-i kalem, ehl-i fikir bir hikaye adamı olduğunu anlıyorsunuz Şerif Aydemir’in

Geliniz onun kaleminden ‘Kelime edip, söz bileyip’ yazmış olduğu bazı yaşanmış hatıra parçalarının güzelliğine varalım.

‘Akhisarspor-Antalyaspor maçı var. Yağmur sicim gibi yağıyor. Seyirci fazla gelmemiş. Akhisarlılar kapalı tribünde, misafir takımın taraftarı ise açıkta yağmur altında ıslanıyorlar. Akhisar Belediye Başkanı da kapalıda maçı izliyor. Başkan öncülük yapıyor. Antalyalıları kapalıya davet ediyorlar. Bağıra çağıra gelin, ıslanmayın deseler de polis güvenlik sebebiyle izin vermiyor. Bu sefer başkanla birlikte bütün Akhisar seyircisi açık tribüne geçiyor ve hep birlikte ıslanıyorlar. Maçın skoru mu? Hiç önemli değil. Çünkü o günden sonra kardeş takım olmuşlar’.

Beraber izlenen maçlar, filmler, beraber gülen yüzler beraber atan yürekler, aynı havada beraber soluklanmalar… İnsana nasıl da lazım oluyor kış ortasında bir sevinç baharı yaşamak…

Çünkü insan insanın şifası, sılası, yurdudur. Şirazlı Sadi ne güzel söylemiş: ‘Bu dünya, bir kez olsun bir dosta selam vermek için bile güzel…’

Yazar şehit evini ziyaret eden binbaşının  anlattıklarını aktarmış;

‘Evde şehidin beş yaşındaki kızıyla karşılaştım. Elinden düşürmediği mavi bir balon vardı. ‘Beraber oynayalım mı?’ dedim ‘Olmaz, patlarsa ölürüm’ dedi ben de ona ‘Patlarsa binlerce balon alırım sana’ dedim. Cevap verdi: ‘Olmaz, onu babam şişirmişti. İçinde onun nefesi var’

Cahit Sıtkı yetişiyor imdadıma. Şiirini fısıldıyor kulağıma. Belki, ölmüşüm/Fakat yine üzülme, müsterih ol/Ve neden sonra/Kabirde böceklere anlatırım güzelliğini.

Yazarımız başka bir anısında bir Anadolu kadınını anlatıyor:

‘Efendim, çalıştığım kurumda sınav komisyonlarında görevli olurdum. Yazılı sınavda yeterli not almış edepli, pıtırcık bir kız adaya başkan mülakatta sorular soruyordu. ‘Eviniz hangi semtte kızım?’ İstanbul’da evimiz yok efendim, ben Anadolu’dan geldim’ ‘Nereden geldin. ‘Kırıkkale’nin Sulakyurt ilçesinden’ ‘İstanbul’da tanışın var mı’ ‘Yok efendim’ ‘Memlekette kimin var’ ‘Yalnız annem’ ‘Annen nerede şimdi’ ‘Dışarda efendim beni bekliyor.’ Çağır gelsin dedi başkan.

Az sonra kızla birlikte odaya söğüt dalı gibi incecik ve esmer bir kadın süzüldü. Heyete doğru birkaç adım attı. Başkan kadına sordu: ‘Hanım kardeşim, bu kızın memur olursa, İstanbul’da tek başına ne yapacak?’ ‘Begim, dedi, hiç beklemediğimiz tok bir sesle ‘Bir ay sabretsin, köyde ineğim, keçim var satayım, bağın bahçenin işini yoluna koyup geleyim’ ‘O kadar kolay mı bu işleri görüp gelmen?’

 

‘Nedir ki begim, yoksul olunca yükün de hafif oluyor’

Kadın konuştukça üstünden püfür püfür bir köy rayihası yayılıyordu odaya. Başkan, kadını ve aday kızı bir az daha ölçmek istiyordu herhalde:

‘Peki, sen gelinceye kadar bu büyük şehirde kızının başına bir hal gelmesinden korkmuyor musun?’  ‘Korkmuyorum’ ‘Niye’

Kadının incecik hoterli yüzü bir avuç ışığa dönüştü sanki. Tane tane konuşuyordu:

‘Begim! Bu kızı ben babasız büyüttüm. Daha iki yaşındaydı, Kızılırmak’ın boyalı toprağını saçlarına kına diye yaktım. O koku onda durdukça Allah’ın inayetiyle hiçbir şey olmaz’

İçimizde bir ürperti, karşısında öylece kala kaldık. Bu kadının gönlüne cemreler erken düşmüştü besbelli. Yerlere ve göklere sığmazın gelip sığdığı hazreti gönüle…

Kadın anne olunca tamamlanırmış, artık iyice kani oldum. Sorular tükenmiş tam çıkıyorlardı ki, Sulakyurt’lu anne bir sabah yelinin ipiltisini dinleyip de gelmiş gibi huzurlu huzurlu baktı yüzümüze: ‘Efendiler! Hiç merak etmeyin, size de dua edeceğim’

Ey sebeplerin ötesine bakan irfan, toprağının ruhunu yakalamış Anadolu kadını! Düşündüm durdum… Tuğla gibi kalın kitaplarda ne aradım yıllarca? Birkaç süslü kelime devşireceğim diye ciltleri kucaklayıp eve taşımam akıl karı mı? Bazan aradığımız yanı başımızda durur da göremeyiz. Keşke, koca Veysel’e zamanla kulağımı dikseydim. ‘Benim ile gezdin beni arattın’ demişti.

Yazar Şerif Aydemir’in ‘Yaşamak Geçti Başımdan’ adlı kitabındaki deneme yazılarından içimizi cız ettiren birkaçını paylaştığım bu yaşanmışlıklar bana Nasrettin Hocanın bir fıkrasını anımsattı;

Nasrettin Hoca eline bir kibrit alıp Akşehir gölüne doğru yürümüş. ‘Hoca ne yapacaksın’ ‘Gölü yakacağım’ ‘Kibritle koskoca göl yakılır mı?’ ‘ Yanmasa bile ‘Cız’ ettiririm ya’ demiş.

Bizi yaşlandıran şu akan zaman içinde yaşanan geçmişten izler içimizde göllendi. Bir kalem ve kelam ustasının bu güzel hikayeleriyle biz de okuyucularımızın yürekleri ‘Cız etsin istedik bu yaşanmış hikayeleri paylaşarak…

Zira insanlığın cız eden yüreklere çok ihtiyacı var.